Batıya verdiğimiz rahatsızlığın haberini psikolojik savaş ajanlarından alıyoruz…

Sevgili okuyucularım, medyadan mutlaka izliyorsunuz… Sayelerinde sınır komşumuz olan İslamcı terör örgütü IŞİD tarafından fırlatılan roketler Kilis ve Gaziantep’i vuruyor, insanlar ölüyor.
Bugüne kadar Kilis’te 18 kişi öldü. Halk panik içerisinde kaçışıyor.
Bu roketler nereden ateşleniyor? Sınırımıza bilemediniz 10 kilometre öteden! Yani oraya yürüyerek gitseniz iki saatinizi alır. O kadar yakın.
Peki biz ne yapıyoruz?
Olayı seyretmekle, ah vah etmekle yetiniyoruz.
Bizim uçaklarımız nerede? IŞİD üsleri niçin bombalanmıyor?
Bombalanmıyor çünkü ABD uçaklarımızın sınır ötesine geçmesine izin vermiyor!
Türkiye Cumhuriyeti olarak tecavüze uğruyoruz ama elimiz kolumuz bağlı izlemek zorunda kalıyoruz.
Türkiye’nin dört bir yanında istisnasız her gün kaldırılmakta olan şehit cenazelerine hiç değinmiyorum.
*  *  *
Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa üç gün önce Katar’a gitti… Bugüne kadar 16. kez gidişi… Orada bir askeri üs açılıyor…
Ve bizim savunmamızla uzaktan yakından ilgisi olmayan o üsse Türk askeri konuşlanacak.
Kara, deniz, hava ve jandarma birlikleri…
3.500 Türk askeri.
Gerektiğinde para babası Katar’ı savunacak!
Sen kendi ülkende hezimete uğruyorsun. Kentlerine bir yanda roketler düşüyor, ahali kaçışıyor.
Toplarımız, tanklarımız, karakollarımız isabet alıyor.
Öbür yanda Güneydoğu’da adeta bir iç savaş yaşanıyor…
Ve ülkendeki sorunlarla baş edemeyen sen, gidip Katar’da üs kuruyorsun.
Ne işin var senin oralarda?
*  *  *
Benzer olaya iki hafta önce Suudi Arabistan’da tanık olduk.Hırsız Suudiler bir İslam ordusu kurmuş.
Kime karşı?.. İslam ordusu olduğuna göre Hristiyanlara mı karşı?
Oysa hem Katar, hem de Suudi Arabistan tümüyle Hristiyanların, özellikle de ABD’nin kucağında oturan iki ülkedir ve ikisi de bu AKP iktidarının en yakın dostlarıdır.
İslam ordusunun geçit törenini izledim, ilkel Afrika ülkelerinin bayraklarıyla birlikte bizim de bayrağımız o iki paralık hırsız, namussuz ve din tüccarı Suudi hanedanının önünden saygıyla, eğilerek geçiyordu!
Bu İslam ordusu, bölgede ağırlığı giderek artan Şii İran’a karşı kuruluyor.
Şiilere karşı Sünni ittifak!
Katar-Suudi Arabistan-Türkiye.
21. yüzyılda laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşürüldüğü şu içler acısı durumlara lütfen iyi bakınız.
(…)
Beyefendi buyurdu:
“Tarihimizi 1919’dan (Atatürk’ün Samsun’a çıkışından) başlatan tarih anlayışını reddediyorum.”
Son derece haklıdır.
O tarihi biraz daha ileriye getirmekte fayda vardır.
Örneğin 1922 yılına çekmek mümkündür ve yararlı olacaktır.
O sırada padişah Vahdettin yurt dışına tüydü. Sadece padişah değil aynı zamanda Müslümanların halifesi idi.Hain ve korkak herif halife idi ama Hristiyanlara sığınmayı kafaya koymuştu.
Sarayından çıktı, İstanbul’daki işgalci İngiliz komutanlarına sığındı ve Malaya isimli İngiliz zırhlısıyla yurt dışına savuştu.
1919 dediğiniz nedir ki, tarihimizi bu firar olayından başlatmakta fayda görürüm.
Uygun düşer yani!
Şimdi bu psikolojik savaş ajanını hakkında geçmişte yazdıklarımızı hatırlatalım;

(…) Yusuf Ziya Özcan isimli şahıs geçmişte bu iktidar tarafından YÖK Başkanı yapılmıştı. Üniversitelere İslamcı siyaseti ve türbanı soktu, yüksek öğrenim kurumlarımızı tümüyle iktidarın hizmetine verdi. Bilimsellik bir yana bırakıldı, işin içine siyaset ve kişisel çıkarlar girdi. Beyefendi  o günlerde kırdığı potlar ve yaptığı gaflarla karşımızda bir mizah şaheseri olarak boy gösteriyor, alay konusu oluyordu. Baktılar ki olmuyor, bir süre sonra bu adama daha uygun bir görev arandı ve bulundu. Hiçbir deneyimi olmadığı, diplomasinin D’sini bilmediği halde Varşova’ya Büyükelçi olarak atandı.
* * *
Bu adam dün Varşova’dan bir mesaj yayınladı… Aynen veriyorum ki utanmazlığı görün:”Fransız piçleri, Cezayir’de bir buçuk milyon Müslümanı öldürürken hiç sesiniz çıkmıyordu.”Bu sözleriyle hem Fransa’ya açıkça hakaret ediyor, hem de üstü kapalı olarak Paris katliamına destek veriyor. “Fransız piçleri” ne demek? Dünya diplomasi tarihinde böyle bir sövgünün ikinci bir örneğini bulamazsınız. Hele bir büyükelçinin ağzından!.. Büyükelçi bulunduğu ülkede devletini temsil eder. Attığı her adım, imzaladığı her belge ve ağzından çıkan her söz doğrudan devleti bağlar.Şimdi bu şahıs Fransa’ya (hem de yaşanan acı bir olay sonrasında) “Fransız piçleri” demekten utanmıyor…Ve bunu devlet adına söylüyor.
* * *
Yarın öbür gün örneğin AB üyeliğimize destek konusunda yine Fransa’nın kucağına düşüp yalvarmaya başlayacağız…”Aman Fransa yanımızda ol, bize bu konuda bir kıyak yap!..” İşte o zaman “Fransız piçlerinin (!)” çantasından Yusuf Ziya’nın o sözleri karşımıza çıkarılacak. Burada soruyorum, Fransız Hükümeti şimdi bizimkilere şöyle bir başvuruda bulunduğu takdirde ne olacak? “Varşova Büyükelçiniz bu sözleriyle Fransız Devleti’ne ve milletine açıkça hakaret etmiştir. Türk Hükümeti’nin bizden özür dilemesini bekliyoruz.” Hiç endişe etmeyin bir şey olmaz, özür dilemeyiz!.. Çünkü bunların işi gücü küfretmek, uluorta sövmek ve bunu yapanları ödüllendirmek.
* * *
(…) Sevgili okuyucularım, Meclis’te yemin töreni başlarken kürsüye ilk çıkan, AKP Bursa milletvekili engelli bir kadındı. Yeminine “Bismillahirahmanirrahim” diye başladı. Toplantıyı yöneten Deniz Baykal’dan hiçbir tepki gelmedi. Dün ise inanılmaz bir açıklamasına tanık olduk. Kendini savunmaya çalışıyordu: “Yemine besmele ile başlıyorsa daha kuvvetli yemin ediyor demektir!” (…)
İŞTE YUKARIDA İÇİMİZDEKİ FRANSIZLARIN KİMLER OLDUĞUNU GÖSTEREN GÜZEL BİR ÖRNEK. SÖVÜLEN FRANSIZ’I BÜTÜN BENLİĞİ İLE SAVUNAN (Kİ ÖYLE BİRŞEY DE YOK ASLINDA) BU KİŞİNİN ARAPLAR VE ARAPÇA İÇİN YAZDIKLARI:
‘Bu Arap alemi gerçekten komiktir. Bunlar dünyanın en korkak, en beceriksiz, fakat en şamatacı ve yaygaracı adamlardır.’
‘Tayyip’in Mısır’daki karşılama törenine katılanlar tekbir getiriyordu. Kendini tutamayan Tayyip  oracıkta onlara hitaben bir konuşma yaptı. Türkçe mi? Hayır!.. İngilizce mi? Meclis albümünde bilir görünür ama İngilizce bilmez ki!.. Ya nece? Arapça, Arapça!..’
Bu şahsın karısı olan Tansel Çölaşan, Danıştay saldırısı sonrası ‘saldırgan odaya Allahu Ekber diyerek girip ateş etti’ demiş ve daha sonra bunun yalan olduğu kanıtlanmıştı.  Bu ajan provokatör aileyi daha önce incelemiştik.
‘Psikolojik savaş ajanlarını hatırlayalım. Unutmayalım.’başlıklı 29 Ekim 2015 tarihli analizimiz;
İŞTE BİR PSİKOLOJİK SAVAŞ AJANININ PORTRESİ.  ABD’NİN KUZEY IRAK POLİTİKALARINI KABUL ETTİREMEDİĞİ DÖNEMİN BAŞBAKANI ECEVİT HAKKINDA PSİKOLOJİK SAVAŞ AJANI GAZETECİ GÖRÜNTÜLÜ EMİN ÇÖLAŞAN’IN YAZDIKLARI. KUMPAS KURUP HASTANEDE ÖLDÜRMEYE ÇALIŞTIKLARI BİR BAŞBAKAN.
Ecevit’in bilinmeyenleri (Acı gerçekler)
01 Temmuz 2002,Hürriyet Gazetesi
Ecevit’in yapılan tetkiklerinde şu sonuca varılıyor:Beyin, kalp, böbrek ve karaciğer son derece düzgün. Kan değerleri çok düzgün. Sanki 10 yaşında sağlıklı bir çocuğun değerleri. Şeker, lipit, kolesterol ve diğerleri çok iyi.Şimdi diğer gerçeklere gelelim. Bülent Bey 78, Rahşan Hanım 81 yaşında. Evlerine kimseyi almıyorlar. Yemek yapacak, ortalığı toparlayacak bir yardımcıları yok. Devletin verdiği hemşireyi bile eve almıyorlar. Hemşire nöbet kulübesinde bekliyor. RahşanHanım’ın da yaşlılık sorunları var. O haliyle kocasına bakamıyor, temizliğine özen gösteremiyor.Bülent Bey ilaçlarını düzgün almıyor, alamıyor. Örneğin, 2 saatte bir alması gereken bir ilacı var. Bu ilaç düzenli alınacak ki, beyinle dil arasındaki ilişkiyi kursun ve düzgün konuşabilsin. İlaç düzenli alınmıyor.Doktorların eve gelmesini istemiyorlar. Bülent Bey yatakta olması gerekirken, kapıyı çoğu zaman o açıyor. Rahşan Hanım içeriden sesleniyor:”Ayy, ben iş yapıyordum, zili duymamışım.”Bülent Bey’e bacağındaki arıza için kasığına kadar özel çorap verilmiş. Kapıyı bir açıyor ve çorap ayak bileklerinde. Çelik korse çözülmüş. Doktorlar ne yapsın, belki çıldırma aşamasına geliyorlar ve çok kibarca uyarıyorlar.Hastaneye yattığında bütün derisinde kabarmalar ve lekeler var. Cildiye uzmanları bunları önce bir hastalık zannedip incelemeye alıyor. Sonra görülüyor ki, bunlar iyi yıkanmadığı, iyi temizlenmediği için oluşmuş şeyler. Hastanede her tarafı güzelce yıkanıp paklanıyor, pamuklarla siliniyor. Cildinin temizlik sonrası aldığı renge Rahşan Hanım bile şaşırıyor… ”Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent” diyor.Bülent Bey’in iyice uzamış ve bakımsız kalmış el ve ayak tırnakları da hastanede güzelce kesiliyor, temizleniyor. Ellerine bir güzellik geliyor, ayakları rahat ediyor.* * *Şimdi işin daha vahim bir boyutuna geliyorum. Başbakan’ın, hastaneye geldiğinde resmen ”AÇ” olduğu görülüyor. Eksik ve yanlış beslendiği ortaya çıkıyor. Evinde yıllarca tek taraflı -çoğunlukla çay, bisküvi, kuru şeyler- ile beslenmiş. Bu durum kan tahlillerinde açıkça ortaya çıkıyor. Bu ”açlık” ve tek taraflı beslenme nedeniyle, verilen bazı ilaçlar etkili olmuyor. Hastanede sıkı ve düzenli bir beslenme rejimi uygulanıyor. Sebze, meyve, diğer gıdalar, vitamin ve mineraller veriliyor. İlaçları düzenli içiriliyor ama bu düzen, eve çıkınca yine kaybolup gidiyor.Akıllarda, aylardan beri bir soru var:Ecevit bu durumuyla başbakanlık yapabilir mi?Bu sorunun yanıtı şöyle veriliyor:”Beyinsel olarak yapabilir ama tekerlekli sandalye kullanması ve yanında sürekli doktorlar olması koşuluyla.”Neden tekerlekli sandalye? Doktorlar en çok kalça kırığından korkuyor. Evinde düşüp kalçasını bir kırsa, iş bitti. Sonrasını doktorlara sorun! Kemikleri kırılmaya zaten uygun. Ama kalça kırığı en kötüsü. Bu olursa, geriye dönüş yok. Başkent Üniversitesi Hastanesi’ne son gidişinde bu yüzden arka kapıdan girip çıktı… Çünkü 7 basamaklı ön merdivenlerde yine de düşme riski vardı. Şimdi her önlem, kalça kırığını önlemeye yönelik.Evindeki düzen belli. Ortalık dağınık ve karışık. İçeriye kimseyi almayan, yeterince bakılmayan, beslenmeyen, temizlenmeyen, ilaçlarını düzgün almayan bir Başbakan ve yanında onu yönlendiren, her şeye karışan, pek çok yanlış yapan ve yaptıran 81 yaşındakiinatçı ve hükmedici karısı!Yetkili kimseler bu açıdan şu değerlendirmeyi yapıyor:”Dışarıdaki yaşamı, belki evdekinden daha güvenli olabilir… Çünkü dışarıda iken yanında hep birileri var. Bu durumda düşüp kalçayı kırma riski evdekine göre daha az.”* * *Sevgili okuyucularım, yukarıda çok özetle aktardığım ve hepsi de gerçek olan şu tablo, insanı gerçekten üzüyor…Ve lütfen biliniz ki, bazı şeyleri yazmadım. İnsan olarak yazmaya elim varmadı.Ortada fiziksel bir hastalık tablosu var. O kesin.Ancak ortada bir de ailenin yaşam biçiminden kaynaklanan ve Türkiye’yi etkileyen psikolojik tablo var ki, hem bozuk, hem de çok daha acı ve üzücü.Belki de öncelikle çözülmesi, tedavi edilmesi gereken hastalık tablosu bu!
BİR BAŞKA BAŞBAKAN. İSRAİL CUMHURBAŞKANININ SURATINA DAVOS’TA KATİL OLDUĞUNU HAYKIRIYOR. CEVAP YİNE EMİN ÇÖLAŞAN’DAN GELİYOR.

ÇÖLAŞAN’IN ŞU ANDA YAZDIĞI İSRAİL BÜLTENİ  GAZETE SÖZCÜ’NÜN İSRAİL İLE OLAN KARANLIK İLİŞKİLERİ. İSRAİL DEVLETİNİNİ YAPTIĞI MAVİ MARMARA SALDIRISI SONRASI ÜLKEMİZDEN KOVULAN İSRAİL BÜYÜKELÇİSİNİN SON ZİYARET VE DAYANAK NOKTASI.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Gaby Levi’nin Sözcü Gazetesi’ne gizli bir ziyaret düzenlediği ortaya çıktı.Hükümet karşıtı yayınlarıyla bilinen Sözcü Gazetesi’nin imtiyaz sahibi Burak Akbay ile gazeteci babası Halit Ertuğrul Akbay’ın Mavi Marmarabaskınından ötürü Türkiye-İsrail ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde Türkiye’nin İsrail BüyükelçisiGaby Levi ile gizli bir toplantı yaptığı ortaya çıktı.Akit Gazetesi’nin haberine göre İsrail Büyükelçisi Gaby Levi ile Sözcü’nün patronu Akbaylar’ın 10 Kasım 2010 tarihinde saat 12:00 sularında Sözcü Gazetesi’nin İstanbul Sefaköy’deki binasında iki saat süreyle görüştüğü öğrenildi. Toplantıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki “One minute” çıkışıyla doruğa çıkan Türkiye-İsrail diplomatik gerginliğiyle ilgili gelişmelerin değerlendirildiği ifade edildi. 10.09.2011

BU KİŞİNİN EŞİ DE BENZER BİR GÖREVİ KANLI DANIŞTAY BASKINI SIRASINDA İFA ETMİŞTİ.

Tansel ÇÖLAŞAN’la İlgili ŞOK İDDİA? 05.01.2012
Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan’ın Babası İdris Arslan, Danıştay baskını olayıyla ilgili Tansel Çölaşan hakkında çarpıcı bir iddiada bulundu.
Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan’ın babası İdris Arslan, saldırıdan ve vahim iddialardan 6 yıl sonra kurumun güvenliğinden sorumlu OYAK’a yapılan operasyona ilişkin çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Oğlunu azmettiren ve yönlendirenlerin ortaya çıkmaması için görüntülerin bilinçli olarak karartıldığını belirten Arslan, dönemin Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan’ın, saldırının yapılacağından önceden haberdar olduğunu öne sürdü.
(…) Gelişmeleri değerlendiren Alparslan Arslan’ın babası İdris Arslan, saldırı öncesi ve esnasında oğluna yardım edenlerin, planlamayı yapanların deşifre olmaması için kamera görüntülerinin kaydedildiği hard disklerin geri döndürülemez şekilde silindiğini vurgulayarak, “O karartılan görüntülerde kim vardı? Bunun ortaya çıkarılması lazım. Oğlumu azmettirenler gizleniyor. Görüntülerde bilinmemesini, görülmemesini istedikleri birileri var” dedi.(…)
TANSEL ÇÖLAŞAN’A AĞIR SUÇLAMA
İdris Arslan, saldırı olur olmaz kameraların karşısına geçerek, “Saldırgan tekbir getirdi. ‘Allah’ın elçisiyiz, askeriyiz’ diyerek odadan içeri giriyor. Bunlar türban kararından ötürü. Toplumsal mutabakatı bozanlar suçludur. Onlar kendilerini biliyor” diyen dönemin Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan’a da ağır suçlamalarda bulundu.Saldırının olacağından Çölaşan’ın haberi olduğunu iddia eden Arslan, “Alparslan öyle bir şey söylemediyse Tansel Çölaşan nereden haber aldı? Demek ki bunlar önceden Çölaşan’a ezberletildi. O da koşarak medyaya ‘Alparslan tekbir getirdi’ dedi” ifadelerini kullandı.

(…)

BİRDEN, ÇÖLAŞAN’I YALANLAMIŞTI
Tansel Çölaşan’ın mütedeyyin insanları ve hükümeti hedef tahtasına oturtan sözleri, yıllar sonra bizzat olayın tanıkları tarafından yalanlanmıştı. Saldırının mağdurlarından Danıştay eski Başkanı Mustafa Birden, tanık sıfatıyla çıktığı mahkemede, “Saldırgan Alparslan Arslan tekbir getirmedi, slogan da atmadı” diyerek Çölaşan’ı açığa düşürmüştü. Birden’in mahkemedeki ifadesi üzerine köşeye sıkışan Çölaşan, kendisini tekzip ederek, “Saldırının tanığı değilim”

VE BUGÜN. 29 EKİM 2015 SÖZCÜ GAZETESİ

(…)Ülkemizin bölünmez bütünlüğünün, laik ve demokratik Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin en büyük savunucusu olan, bazılarını benim de bire bir tanıdığım nice insanlar sandık başına bu hesapla gidip oylarını HDP’ye verdiler.Peki şimdi, bu seçimde ne olacak?Eğer aynı süreç 1 Kasım günü de gerçekleşir, Doğu ve Güneydoğu’yu, ama özellikle de Güneydoğu’yu HDP silmece kazanırsa, gökten ilahlar bile inse AKP’yi kurtarmak mümkün olmaz.Dolayısıyla, bu seçimde de AKP’nin en büyük rakibi (istesek de istemezsek de) HDP’dir.

* * *
Burada bir cümlelik bir parantez açıyorum:(HDP yüzde 10’u geçemezse, korkarım ki başta Güneydoğu olmak üzere ülkenin pek çok yerinde kanlı olaylar çıkar ve terör çok canlar alır.)
* * *
Bazen kendi kendime düşünürken, ya da arkadaşlarla konuşurken konu hep aynı yere geliyor!..”Ne günlere kaldık!.. Eskiden iktidarın tetikçisi ve taşeronu olan cemaatle kavgalı idik. Şimdi bunca haksızlığa uğrayınca onların yanında yer almak, onları savunmak durumunda kalıyoruz.Apo’nun uzantısı olan HDP’den nefret ederdik. Şimdi AKP’nin elinden iktidarı söküp alma görevi adeta onlara verildi ve biz HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasını dilemeye başladık!