KARBON PASAPORTLARINIZ VE ŞEYTANIN ELİNDEKİ VARYANT “U”

Ömer Kayani

Rahmetli babam çocukluğumda “İngilizce bilmezsen yarım insan olursun” derdi. Sebebini sorduğumda son dönemin bulabilecek önemli kaynaklarının dilinin maalesef İngilizce olduğunu söylemişti.

Mesele kaynakla buluşup sonra kendi bağımsız analizini yapabilmekten geçiyordu.

Bir yandan Türk medyası ve entelijensiyası denen çöplükte gezinip diğer yandan alternatif Batı medyasını tararken babamın bana ne anlatmaya çalıştığını daha iyi anlıyorum.

Ana akım olmayan Batı medyası ve entelijensiyası çığlık çığlığa “özgürlükler ve insan bitiyor” diye bağırıyor, Türkiye’de ise tek adamın mı yoksa kurucu babanın mı kulu olacağına karar veremeyen ve yüzde 50-50 bölünmüş koyun sürülerinin çıkardıkları manasız gürültüler harici bir şey duyulamıyor.

Geçenlerde sosyal medya hesabımızda yazdığımız gibi, artık dünyada iki çeşit insanın kaldığını ciddi olarak düşünüyoruz.

Küresel şeytani kontrol sistemine boyun eğenler ve eğmeyecek olanlar.

Her iki tarafta da her din, dil, ırk, yaş ve inanç sisteminden insanlar olacak, aileler bile bölünecekler. O bildiğiniz eski tip dini çatışmaları, ideolojileri unutmanız gerekecek.

Belki karşınızda Müslüman görünümlü bir şeytan varken başka bir dinin şeytanla savaşmaya hazır bir mensubunun sizin yanınızda olacağı günlerdeyiz.

Çocuklarınıza dünya devletlerine dayatılan şeytani sistemin eğitim ve sağlık kurumlarından korunmayı öğretmeniz çok büyük önem kazanacak. Çünkü asıl savaş, artık ıskartaya çıkarılmış orta ve yaşlı nesil üzerine değil çocuklarınızın genleri ve ruhlarını ele geçirme savaşıdır.

Bakın eski ABD Başkanı Obama Haziran ayında ne demişti. “Eğer dünya dışı varlıkların olduğu ispatlanırsa yeni dinler doğacaktır.” Yani bildiğiniz her şeyi unutun, yeni bir inanç resetlemesine de hazır olun demek gibi bir şey değil mi?

Zaten içerik üretimine yardımcı olduğu Netflix’de yayınlanan dizi ve filmlere göz attığınız zaman verdikleri mesajların da aynı bu doğrultuda olduğunu farkedeceksiniz.

Ve muhtemelen bu inanç resetlemesi son darbe olacaktır ama önce başlattıkları ekonomi ve sağlık resetlemesini bitirmeleri gerekiyor.

IMF’nin SDR’ı yeni bir para katmanı haline getirip dünyaya bolca dağıttığı bugünlerde, vücut bütünlüğünüzü de artık devletin malı haline getiren “aşı pasaportlarına” alıştıysanız “kişisel karbon müsaadesi” uygulamasına geçildiğinde hiç zorluk çekmeyeceksiniz demektir.

Nereden çıktı şimdi bu demeyin.

Ünlü “Nature” dergisinde yayınlanan bir makale, lafı hiç eğip bükmeden Kovid-19 plandemisinin “olgun hale getirdiği” dünyada “Kişisel Karbon Müsaadesi” (Personel Carbon Allowance – PCA) yada izni diyebileceğimiz ve 1990’larda iklim mücadelesi için teklif edilen bir uygulamayı öneriyor.

Ne için?

“Küresel ısınmayla mücadele için.”

Buna göre tüm yetişkinler eşit, ticareti yapılabilir ve bulundukları ülkenin ulusal hedeflerine göre azalan karbon kullanımı müsaadesi alacaklar. Bir başka deyimle ısınma, gıda, elektrik kullanımı, seyahat gibi bütün hayati ihtiyaçlarınız belirlenen ölçüye göre karneye bağlanacak. Fazlasını kullanmak isterseniz bir başkasından satın alacak yada tam tersine ihtiyacı olana satabileceksiniz.

Düzenli yazmaya başladığımız son 5 yıldır anlatmaya çalıştığımız genlerinizden inaçlarınıza, attığınız adımdan yediğiniz yemeğe kadar herşeyinizi kontrol edip size şah damarınızdan daha yakın olmaya çalışacaklar konusu herhalde daha iyi anlatılamazdı.

Dünya bazılarına pandeminin “olgun hale getirdiği” dalından koparılmaya hazır bir yer gibi görünüyormuş.

Şimdi siz bu “güzel haberi” sindirmeye çalışırken “neşeli” bir kurgu romandan bahsedelim.

Kendisinden daha önce de bahsettiğimiz Amerikan Özel Kuvvetleri emeklisi Jack Carr, Nisan ayında yayınlanan “Şeytanın Eli” ( The Devil’s Hand) isimli son romanında ilginç bir konuya el atmış.

“Marburg virüsü.”

Tesadüfe bakın ki kitabın yayınlanmasından sadece 4-5 ay kadar sonra DSÖ’nün başındaki şaibeli zat Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus bizleri Gine’de yeniden görülen ve bir kişinin ölümüne neden olan aynı virüs hakkında uyarmasın mı ? Tıpkı daha önce yaptığı “Hata yapmayın, dünya son defa pandemi tehdidi ile karşılaşmıyor ve potansiyel olarak bundan (kovid) çok daha bulaşıcı ve öldürücü olanları olacaktır” uyarısı gibi.

Yanlış anlaşılmasın, çıkan ve çıkması muhtemel yeni virüsler/pandemiler için kendisini suçluyor değiliz ama bu pandemilerden ne plandemiler çıkabileceğini Jack Carr’ın “Şeytanın Eli” kitabı üzerinden anlatalım.

Ölümcül Ebola virüsü ile aynı aileden gelen Marburg virüsünün öldürme oranı %90’lardadır ve en yüksek risk grubu olan 4 ile sınıflandırılmıştır.

Malburg virüsü kapan kişi tüm gözeneklerinden boşalan kan ve virüsün adeta hastanın beynini yemesi ile hayatını noktalar, tedavisi yoktur.

Roman günümüz Kovid pandemisi sırasında geçmektedir.

İran istihbaratı 11 Eylül’ün 20. yıldönümünde Malburg virüsünün U varyantını aerosol hale getirerek Amerika’nın 2 şehrinde insanlara bulaştırır. Binlerce insan hastanelerde ve yollarda ölmeye başlayınca her iki şehir askeri birliklerle karantinaya alınır ve tüm giriş çıkışlar kapatılır.

Pandemi patlak verince yeni seçilmiş olan ABD Başkanı konuyla ilgili soğuk savaş döneminden kalma protokoller olduğunu öğrenir.

ABD’de tıpkı Rusya gibi uluslararası anlaşmalarla yasaklanmasına rağmen biyolojik savaş araştırmalarına devam etmektedir. Bu araştırmaların yapıldığı laboratuvarlarından yanlışlıkla virüs sızıntısı olması ihtimaline karşı o şehrin havadan atılan neredeyse nükleere eşit yıkıcı gücü olan bombalarla haritadan silinmesi protokolü mevcuttur.

Hani Başkanlığı sırasında Donald Trump Afganistan dağlarına MOAB (Mother of all bombs / tüm bombaların anası) atarak bir mesaj vermişti ya, işte o tip bir bomba virüs sızıntısı olan şehre atılacaktır.

Aslında İran istihbaratı büyük bir aldatmaca yapmış ve virüsü spreyleme yöntemiyle bulaştırmıştır. Amerikalılar sayıların yüksekliğinden ve bulaşma hızından hareketle virüsün havadan solunum yoluyla bulaştığını düşünürek iki şehri yok etmeye karar vermişlerdir.

280 milyonu insanı kurtarmak için 500 bin kişi feda edilecektir.

Sadece vücut sıvılarının teması ile bulaşabilen çok öldürücü bir virüsü yok etmenin yolu hastalarla sağlıklı olanların temasını kesmek kadar basit iken, havadan bulaştığı düşünülen bir virüsü yok etmenin tek yolu tüm şehri içindeki insanlarla birlikte haritadan silmektir.

Sonrasında çıkacak ayaklanmalar ve ülkenin ekonomik çöküşünü yazar bizim hayal gücümüze bırakıyor.

Beyninizde bazı ışıklar yandı mı?

O zaman Amerikalılar tarafından yakalanan İran istihbarat elemanının işkence altında yaptığı itiraflarla konuyu pekiştirelim.

“Ülkeniz dizlerinin üzerinde, Komutan. COVID’e verdiğiniz yanıt, en parlak beyinlerimizi bile şaşırttı. Yüzde 0,3’ten daha az ölüm oranına sahip bir virüs için okullarınızı ve iş yerlerinizi kapatıp ekonominizi mahvetmek? O zaman yüzde doksan ölüm oranı olan ve solunum yoluyla bulaşan bir virüse karşı ne tür bir yanıt verirdiniz? Aslında operasyonu iptal etmek istedim; çünkü zaten içeride birbirinizi yiyerek çok iyi bir iş çıkarıyordunuz. Tek yapmamız gereken arkamıza yaslanıp COVID, ırk ayaklanmaları ve kimlik politikaları çatışmalarıyla zaten zayıflamış ve bölünmüş bir ulusun daha da bölünmesini seyretmekti.”

İnsanları kandırarak/inandırarak ülkeyi yönetenlere sözde ülkenin iyiliği için neler yaptırılabileceğine dair umarız iyi bir beyin jimnastiği olmuştur yukarıdaki paragraf.

Büyük resetleme tartışmalarının yapıldığı, tedarik zincirlerinin kırıldığı, enerji fiyatlarının artıp gıda fiyatlarının el yaktığı, yeni para katmanlarının oluşturulduğu bugünlerde konuyu bir kez daha düşünmenizi istedik.

William Ramsey’den yazarın kitapta alıntıladığı meşhur sözle bitirelim.

“Şeytanın en büyük hilesi var olmadığına dair seni ikna etmesidir.”