İNSANLIK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ SEÇİMİ

Ömer Kayani

Türkiye’nin gündemi yoğun ama yine mecburen Amerika’ya döndük çünkü iki şey oldu.

Birincisi Trump “Kovid olduğunu” açıklayarak hastaneye yattı ve çıktı.

İkincisi Amerikalı düşünür Noam Chomsky “iklim ve nükleer savaş tehdidi ile otoriteryanizmin yükselişinin insan ırkının yok oluşu manasında oluşturduğu riskin tarihin hiç bir döneminde bu kadar yüksek seviyede olmadığına” işaret ederek Amerikalıları Demokratların adayı Joe Biden’a oy vermeye çağırdı.

Temmuz ayında da benzer şeyleri söyleyen Chomsky Kasım ayında yapılacak Amerikan Başkanlık seçimlerini “insanlık tarihinin en önemli seçimi” olarak değerlendirmişti.

Takip edenler bilirler, Amerika’nın iç siyasetinde uzunca bir süredir üçüncü dünya ülkesi kıvamında tartışmalar sürüyor.

Seçilmesinin ardından Trump’ın Rus ajanlığına kadar giden soruşturmalar ve azil denemeleri konusunda başarı sağlanamayınca son dönemde Trump’ın ölmesi durumunda devletin devamlılığının sağlanması söylemleri, askeri darbe iddiaları, Trump’ın seçimleri kaybederse koltuğu bırakmamasına karşılık yapılan hazırlıklar, sol ve sağ arasında iç savaş naraları, doların çökme senaryoları ve daha niceleri kamuoyu önünde açıkca tartışılıyor.

Anlayacağınız son 70 yıldır Amerika’nın özellikle arka bahçesi muz cumhuriyetlerinde oynadığı oyunlar artık Amerika’nın iç siyasetinde taraflar arasında oynanır duruma geldi.

  • Kovid pandemisi sonrası ortaya çıkan karmaşada Trump’ın 1 milyonluk ordu rezervlerini aktive etmesi,
  • Acil durumlarda derin devlet olarak da anılan FEMA’nın Kovid bahanesiyle Amerika’da yönetimi ele alabileceğinin tartışılması
  • Trump’ın seçimleri erteleme teklifi,
  • Başaramayınca posta ile yapılacak oylamada hileler yapılacağını şimdiden beyan edip seçim sonucunun aleyhine olması durumunda bunu yüksek mahkemeye taşıyacağı söylemesi,
  • Demokrat aday Biden’ın Rusya’yı seçimlere müdahale etmesi durumunda çok ağır sonuçlarla karşılaşacak olmakla tehdit etmesi,
  • Yazar Noam Chomsky’nin Trump koltuğu devretmezse 82. Hava İndirme Tugayı tarafından güç kullanılarak görevden alınması gerektiğini beyan etmesi,
  • Birçok üst düzey Beyaz Saray görevlisinin geçen hafta Trump’la birlikte Kovid’e yakalandığının açıklanması,
  • Ordunun en üst komuta kademesinin bilinmeyen bir yerde karantinaya alındığının söylenmesi,
  • Çin ile Pasifikte giderek artan ve Hong Kong / Tayvan üzerinden yürütülen tartışma,
  • İsrail’in kendi ajandasını Amerikan siyasetini güden lobileri aracılığıyla seçimler öncesi karmaşa ortamından yararlanıp dikte etmeye çalışması,
  • Kovid tedavisi için hastaneye yatırılan Trump’ın ağır Kovid ilaçları kullanırken ülkeye Başkanlık yapacak yetisinin olmaması tartışmaları,
  • Ülke içinde ordunun bir süredir şehir savaşları tatbikatları yapması,
  • Eyalet yönetim farklılıklarının/birlikten ayrılma söylemlerinin son dönemde iyice vurgulanmaya başlanması,
  • Birçok eyalette sokaklarda sağ ve sol grupların silahlı çatışmalara girmeleri ve linç olayları yaşanması ve daha niceleri.
İşte bu karmaşada ABD’de 9 kişilik Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinden Ruth Bader Ginsburg’un “çok zamanlı” ölümü, 3 Kasım’da yapılacak Başkanlık seçimleri öncesinde, Ginsburg’un yerine atama yapılmaması konusunda Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında büyük bir tartışma başlattı. Çünkü kalan 8 üyenin 5’i Cumhuriyetçiler 3’ü Demokratlar tarafından atanmıştı ama Cumhuriyetçilerin atadığı yargıçlardan birisinin kritik oylamalarda çoğu zaman Demokratlara yakın durması şu an için dengeyi 4+4 şeklinde tutmaktadır.
AYM üyelerinin ömür boyu görev yaptığı Amerika’da seçim yılı mahkemeye üye atanmaz şeklinde bir anlayış bulunsa da Trump “ben anayasal hakkımı kullanırım” diyerek 26 Eylül’de Beyaz Saray bahçesinde kalabalık bir tören düzenleyerek AYM üyesi adayını açıkladı.
Anlayacağınız Trump durumu 5+4 lehine çevirmeye kararlı görünüyor.
Bununla birlikte rivayet odur ki üst düzey Beyaz Saray görevlilerinin Kovid kaptığı yer de işte tam bu toplantıdır.
Tesadüfün böylesi.

AYM’nin önemi seçimler sonrası yaşanacağı daha şimdiden belli olan karmaşada son sözü onların söyleyecek olması.

Tıpkı 2000 yılında Bush ve Al Gore arasında yaşanan ve oyların neredeyse eşit çıktığı seçimde son kararı George W. Bush lehine AYM’nin vermiş olması gibi.  

AYM’de benzer bir ölüm Obama’nın son yılında, seçimlerden yaklaşık 8 ay önce yaşanmış ve yargıç Antonin Scalia “ölmüştü”.  Obama Scalia’nın yerine yeni üye atamak isteyince konu Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Senato’ya takılmıştı çünkü bu tür atamalar Başkan’ın aday göstermesinin yanında Senato onayını da gerektiriyor.

Ama burada daha önemli bir şey hatırlamakta fayda var.

Tıpkı yargıç Ruth Bader Ginsburg gibi2016 yılında “çok zamanlı bir şekilde ölen” yargıç Antonin Scalia’nın “toplama kampları ve sıkıyönetim” hakkında çok dikkat çekici biruyarısı vardı.

Konuyu o sene kaleme aldığımız yazımızdan aynen iktibas edelim.

“Anayasa mahkemesi eninde sonunda sivil hakların suistimaline yol açan savaş zamanı uygulamasına izin verecektir, tıpkı II. Dünya savaşında Amerikan vatandaşı Japonlara karşı yapıldığı gibi. Benzer bir şeyin tekrar yapılmayacağını düşünüyorsanız kendinizi kandırıyorsunuz.” Scalia bu uyarıyı yaptıktan çok kısa bir süre sonra şüpheli bir şekilde ölür. ABD halkını ülkeye sıkıyönetimin geleceği konusunda uyaran bir makale kaleme alan bir AYM yargıcı ölü bulunur ama bu konuda inceleme de otopsi de yapılmaz. (15 Ağustos 2016)

Küçük bir not;

Scalia’nın verdiği Japon örneğini siz bu kez Çinli olarak düşünün.

Antonin Scalia’nın o gün söylediği, 4 sene önce yazdığımızda komplo teorisi gibi algılanan sözlerinin tamamı bugün Kovid pandemisi sonrasında gelişen ekonomik ve siyasi atmosferde Amerika’da açıktan tartışılıyor/yaşanıyor. 

Amerika’nın derin yapılarının, seçim sonrasında taraflardan birisinin yenilgiyi kabullenmemesi durumunda çıkması muhtemel kaos senaryoları üzerinde simülasyonlar yaptığı haberlerini 2019 yılından beri takip ediyoruz.

Bizde kendimizce bir beyin fırtınasıyla Amerikalı dostlarımıza yardımcı olalım istedik.

Amerikan Başkanlık seçim sonrasında kaybeden taraf yenilgiyi kabul etmez. Kış aylarında Amerika’yı vuran Korona 2. dalgası , seçim sonucu belirsizliğinin getirdiği ekonomik çöküş, artan iç isyanlarla birleşip ülkede kaosu artırır. Sonra “derin akil adamlar” devreye girerler, Biden ve Trump Korona’dan ya da bir başka sebeple hakkın rahmetine/azabına ya da sağlık nedenleriyle emekliliklerine kavuşurlar.

Nasıl yapılacağını Amerikan derin sisteminin hayal gücüne bırakalım.

Ardından bir çeşit “Ulusal Birlik Hükümeti” kurulur. Nasıl yapılır konusu için 2016 yapımı “Arınma Gecesi – Seçim Yılı” filmindeki “yeni kurucu babalar” konusu incelenebilir.

Halihazırda Başkan yardımcısı olan Pence ya da Biden’ın Başkan yardımcısı adayı Harris Amerikan Başkanı olur, diğeri de yardımcısı.

Olmaz demeyin, simülasyon işte.

Köktendinci “Hristiyan” Evangelist Mike Pence ile Amerika’nın Çin’e rakip olarak öne çıkarmaya çalıştığı Hindistan(lı) bir annenin kızı olan ve New York’lu Yahudi bir avukatla evli siyonist lobilerin güzide elemanı Kamala Harris ne kadar uyum içinde çalışırlar, değil mi?

Cumhuriyetçi/ Demokrat , Siyonist / Evangelist ittifakı.

Yapılması gereken tek şey bu ittifaka güzel bir film müziği bulunması. Mesela 11 Eylül saldırılarını önden biliçaltımıza yerleştiren “Pearl Harbour” filminin müziği bu iş tam biçilmiş kaftan olabilir.

Neyse biz müzik bulma işini Hollywood ehline bırakıp 2016 Amerikan seçimleri öncesi kaleme aldığımız “Arınma Gecesi – Seçim Yılı” başlıklı yazımızda dikkatinizi çektiğimiz iki filmden birini hatırlatalım.

2016 yılı Amerikan Başkanlık seçimlerinden önce gösterime giren “Kaptan Amerika, İç Savaş” filminde;

“Amerikan devletinin süper savaşçıları dünyanın her yerinde operasyonlar yapmaktadır. Nijerya’da bir teröristi yakalamaya çalışırken çevreye verdikleri hasar ve sivil kayıplar sonrası (Amerika’nın sonsuz savaşları politasına referans)  dünya artık bu gruba tolerans gösteremez. ABD devleti baskılar karşısında gruba BM (Tek Dünya Devleti ya da Yeni Dünya Düzeni koduna dikkat) emrine girmesi talimatı verir. Bu durum grupta ayrılığa neden olur ve grup kendi içinde iç savaşa tutuşur”.

Filmin sloganı ise ‘Birlikteysek kazanırız, bölünürsek yok oluruz” şeklindedir.

“Arınma Gecesi – Seçim Yılı” filminin bitiş jeneriği sırasında arka fonda verilen mesajları bulma işini yerimiz kalmadığı için size bırakarak şu notla bitirelim.

İyimser senaryolar bir yana “küresel” isteklerle çelişen durumlara karşı Pasifikte batacak yeni bir “Titanik” filminin de Amerika için gösterime girmeye hazır bir şekilde bekletildiğine eminiz.