Yeni dönemin şifreleri; Dostlarımızı artıracağız…

Albayrak, Binali Yıldırım’ın düşmanımızı azaltacağız dostlarımızı artıracağız sözleri konusunda ‘Dış politikada güncellenmesi gereken Mısır, Suriye  ve Avrupa ile ilgili konularda ciddi farklılaşmalar olacak’ dedi.Albayrak, yeni kabinenin hangi kriterler gözeterek nasıl hazırlandığı sorusuna şu cevabı verdi: Geriye dönülüp bakıldığında nelerde aksaklık yaşanmışsa oralarla ilgili bir düzeltmeler yapıldığı görülüyor. AB bunlardan birisi. Bu vize anlaşması Türkiye’yi zor durumda bıraktı. Çünkü o anlaşma sanki AB’ye taviz verildi gibi anlaşıldı.
Nuh Albayrak’ın söylediklerine ek olarak bugün Türkiye gazetesinden bir haber:

3 yıldır âdeta buzdolabında tutulan Türkiye-İsrail arasındaki mutabakatın bugün-yarın imzalanması an meselesi… Anlaşma metninde Türkiye’nin hemen hemen bütün istekleri İsrail tarafından kabul edilmiş görünüyor…
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 2013 yılının Mart ayında Mavi Marmara baskını ve İsrail askerlerinin yaptığı katliam sebebiyle özür dilemesi, diplomatik çevreler tarafından normalleşmeye yönelik iyi bir fırsat olarak değerlendirilmiş ama gelişmeler hiç de beklendiği gibi olmamıştı. Alt seviyede diplomatik çabalar gösterilse de mesele hep masada kaldı. Ancak son bir yıldır devreye giren çeşitli uluslararası Yahudi kuruluşları, Türkiyeli ve İsrailli iş adamları süreci hızlandırdı. Ve Türkiye-İsrail mutabakatında sona gelindi. Anlaşmanın bugün-yarın imzalanacağı ve çok önemli başlıkları içerdiği bildiriliyor. Diplomatik kaynaklardan edindiğim bilgilere göre mutabakatın ana hatları şöyle:1-Netanyahu’nun üzerinde anlaşmaya varılan tazminat tutarını imzalaması.2- Gazze’deki İsrail kuşatmasının ve ablukasının tedrici olarak kaldırılması.3-Ablukanın, özellikle Türk gemileri için kaldırılması ve Gazze’nin yardıma açılması. Bu yardımın hayata geçirilmesinde Türk gemilerinin Gazze limanlarına yanaşabilmesi, taşınan malzemelerin İsrail ile iş birliği içinde aktarılması gibi konuların pratik uygulaması taraflar arasında detaylandırılacak.4-Gazze’nin yeniden inşasının yine İsrail ile iş birliği içinde yürütülmesi. TOKİ’nin bu konuda devreye girmesine taraflar sıcak. Yeniden inşa sürecinde Gazze’ye enerji götürülmesi hususu da var. Türkiye uzun süredir Gazze açıklarında yüzen elektrik santralları öneriyordu.5-Mescid-i Aksa’da geçtiğimiz yıl meydana gelen vahim hadiselerin (İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’yı basıp talan etmesi) yeniden yaşanmaması için tedbirler alınması. İsrail Mescid-i Aksa’nın kutsallığını tanımayacak ve korunmasına katkı sunacak.Bilindiği üzere 10 Şubat 2016 tarihinde ABD’deki 51 büyük Yahudi kuruluşunun çatı örgütü Başkanlar Konseyi’nin en kritik ismi olan ve İsrail Başbakanı Netanyahu’ya yakınlığıyla tanınan  Malcolm HoenleinTürkiye’ye gelmiş ve heyet üyeleriyle birlikte  Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan  ile çok kritik bir görüşme yapmıştı.Cumhurbaşkanı Erdoğan son ABD gezisinde yine Hoenlein ile bir araya gelmiş ancak görüşmenin detayları basına açıklanmamıştı. Hoenlein’ın mülakatlarından anlıyoruz ki kendisi adeta  Netanyahu’nun diplomatik temsilcisi gibi  ve onun adına görüşmeleri yürütmüştü.Örneğin Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajda üzerinde tartışılan plânın büyük ölçüde Gazze’ye enerji götürmeyi hedefleyen somut önerilerle ilgili olduğunu, varılacak anlaşmanın Gazze’ye götürülecek malların içeriğine dair sorumluluk ve o malların sadece amacına uygun kullanılacağına dair garantiler içerdiğini söylemişti. Hoenlein bu açıklamayı Türkiye’deki görüşmeden sonra yapmış ve “bugüne kadarki görüşmelerin bu denli somut olmadığını” belirterek gelinen noktanın önemli olduğunun altını çizmişti.ABD’deki toplantı da pürüzlerin giderilmesi konusundaki mutabakatı içeriyordu.Varılacak mutabakatın ardından  Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden büyükelçilik seviyesine çıkması, daha önceden yapılmış anlaşmaların revize edilerek devamının sağlanması bekleniyor. Bu arada İsrail’in büyük önem verdiği Gazze açıklarındaki doğalgaz yataklarından  çıkacak gazın aktarımı ile ilgili önemli gelişmelerin olacağı da çeşitli kaynaklar tarafından aktarılıyor.Ve son bir nokta. Türkiye İsrail’in Hamas hassasiyetine daha anlayışla yaklaşmayı ve Gazze yönetimiyle ilişkilerin sağlıklı gelişmesine katkı sunmayı vadediyor.Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Başbakanlığı döneminde İsrail ile Hamas arasında bir uzlaşma sağlanabilmesi için geçmişte büyük çaba göstermiş, ancak tam sona gelindiğinde İsrail Gazze’yi bombalamaya başlamıştı. Zaten Davos’taki ünlü one minute çıkışı  da bu tarihten sonra olmuştu.
Netanyahu’nun diplomatik temsilcisi
Amerikalı Yahudilerin çatı kuruluşu Ulusal Liderlik Konseyi Başkanı Stephen M. Greenberg (sağda) ve Başkan Yardımcısı Malcolm Hoenlein (ortada), Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştü. Özellikle Netanyahu’ya yakınlığıyla tanınan Malcolm Hoenlein, anlaşmanın sağlanması için Türkiye’ye gelmiş ve heyet üyeleriyle birlikte Erdoğan ile çok kritik bir görüşme yapmıştı.
Davutoğlu İslamcı etkisini Erdoğan üzerinde kullanabilir’
Yine WikiLeaks’in açıkladığı belgelerde, Erdoğan’ın danışmanları ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin ötesinde siyaseti çok az anlayan kişiler olarak yansıtılıyor.ABD’li diplomatların atıfta bulunduğu üst düzey bir Amerikalı hükümet danışmanı Davutoğlu’nun, ‘son derece tehlikeli’ bir kişi olduğunu söylüyor.
Aynı danışman Ahmet Davutoğlu’nun, İslamcı etkisini Başbakan Erdoğan üzerinde kullanabileceği uyarısında da bulunuyor. ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nde Ocak ayında yazılan bir raporda, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Balkanlarda tıpkı geçmişte Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi etkin olmak istediği belirtiliyor.Amerikalı diplomatlar bununla birlikte, Davutoğlu’nun, kendisinin ve Türkiye’nin yeteneklerini abarttığı görüşünde.

Tarihin ilk günlerinden itibaren mahalle çocukları olası ki aynı biçimde eğleniyor.
Bir akarsu bulduklarında dört-beş mahalleli bir araya gelir, sayıları kadar ağaç dalı bulur, bir-iki-üç diyerek aynı anda suya atar, kimse kendi dalından gözünü ayırmaz, coşkun tezahüratlarla birbirleriyle yarışırlar.
Kader; ağaç dalı ve suyun sırtındadır ama üzülen ya da sevinen çocuklardır.
Tüm bu öyküleri, “tarih” ve “gelecek” birlikte var ediyor.
Tarih iter, gelecek çağırır..
Bu sevkin ve davetin kesişmesi, “anı” var eder. Yaşam bu anlamda sonsuz çarpışmaların bileşimidir.
Ağaç dalını itip ana bırakan “tarihtir” o dalları andan alıp götüren “gelecek.”
Her “eşya” ikiye bölündüğünde bir yarısı tarih diğer yarısı gelecektir.
Tarih bugüne geç kalır gelecek güne erken ulaşır.
Olayların ne olacağını anlamak için sadece tarihe değil geleceğe de bakmalıdır.
Bugünün Türkiye siyasetini anlamlı kılan daha ziyade gelecek bilinci olacaktır.
“Gelecek”, bu ülkeyi neye ve nereye çağırıyor?
Bu soru, üç coğrafi temaya alan açıyor.
Dünya’nın yönü.
Bölgenin yönü.
Ülkenin yönü.
Ve aynı soru, daha başında dört ideolojik dirence çarpıyor.
Kemalizm.
Irkçılık.
Solculuk.
Dincilik.
Coğrafyanın doğası geleceğe akarken, ideolojilerin doğası geleceği “kurgulamaya” heves ediyor.
Ama sonuçta gelecek behemehâl kendi yüzüyle geliyor; tüm kurgular tarihte kalıyor.
Gelecek; bu ülkeyi bir tanıma sokmamaya, kategorize etmemeye, doğallığa, uyuma, normalliğe ve sıradanlığa çağırıyor.
Geleceğin Türkiye’sinde Atatürkçülük, Türkçülük, Kürtçülük, dincilik, din düşmanlığı, Solculuk, Ülkücülük gibi soğuk savaşın kurtuluşçu konseptleri, ‘bu bizim son kavgamız’ tapıcıları olmayacak, sadece bu nostaljileri yaşatan çok parçalı, küçük legal-illegal örgütler olacak.
Tsunami gücünde küreselleşme, umarsız neo-liberal iktisadi düzen, hızlı metropolleşme, teknoloji ve bilişimdeki baş döndüren gelişmeler, gen teknolojileri.. İnsanların pratik yaşam alanlarında peş peşe yaşadıkları ve yaşayacakları şoklar, ideolojilerin ve evrensel ülkülerin geleneksel değer, algı ve tasavvurlarının en kırılgan tabakalarını yıkıma uğratacak büyük maliyetler ödeterek kendi içlerine çökertecektir.
Doktrinler boşuna plan yapıyorlar!
Bugünkü canhıraş çabalarına, yüksek performanslarına, şişinmelerine, birbirlerini doldurup alanlara salmalarına, sömürdükleri emeklere, harcadıkları kişiliklere, akıttıkları kanlara bakıldığında beyhudeliğe acımamak mümkün değil.
Ancak görünen o ki, Devlet mevzunun özünün farkında.
Ön almaya çalışıyor.
Tarihe takılmıyor “geleceğin” çağrısına kulak veriyor.
Fıtratı bozulmamış bir insan bedeni, nasıl ki, neye ihtiyacı olduğunu beyne sinyal yoluyla bildiriyorsa bunun gibi mafyöz ve dominyon olmayan bir devlet de kendinin ve milletinin ihtiyacını görür.
Dikkatle bakıldığında Devlet, bu anlamda tek tek ve sıra sıra her ideolojiye mesafe koyuyor.
İdeolojiler arasındaki farkları katlanılabilir, olağan insani toleranslar aşamasına getirinceye, bölünmüşlüğü ve kamplaşmayı izale edinceye kadar bu müdahaleler devam edecek gibi görünüyor.
Herkes olan biteni ve yaşanan siyasi gelişmeleri önce kendi kodesinde bir gün bekletip sonra meşrebine kurban ederek tevil ettiği için realite onlara kendini göstermiyor.
Hegel’in dediği gibi: Hayata rasyonel bir gözle bakan kişiye hayat rasyonel bir bakış açısı sunar. Bu ilişki karşılıklıdır.
Oysa Devlet, pratikte hem nötr ve hem nötürleştiren bir tesviye aracı olarak vazifesini icra ediyor.
Devlet; Solu Batıcılığın elinden, İslamcılığı Selefiliğin ve Fuller İslamcılığının elinden, Milliyetçiliği Türkçülüğün elinden, Kürtlüğü PKK’nın elinden eni sonu alıncaya kadar bu rijit davaların peşini bırakmayacak.
Hiçbir fark ne yakacak ne donduracak. Her iddia ılımlı olacak. Vatanseverlik vurgusu güçlenecek.
Ortada sadece devlet ve millet olacak.
Onların bir devlet başkanı..
Sonra:
Devletin ve devlet başkanının Sol tarafında duran Solcular; devletin ve devlet başkanının Sağ tarafında konuşlanan sağcılar..
Devletin Sol tarafı ve devletin Sağ tarafı.
Yeni hali ve bu mahiyetiyle Türkiye iki partili devlet düzeninin kaldırım taşlarını diziyor.
Farkında olunmasa bile bugün her şey yerinden kalkıyor bu iki partili rejim hedefine doğru yola koyuluyor.
Günü geldiğinde her iki partiyi; artık ölüm-kalımcı ideolojiler değil edebi, sanatsal, romantik, estetik, şeklî ve sathî yaşam kaygıları, bireysel gaileler, çıkar merkezli kitleler ve ticaret esaslı STK’lar domine edecek.
Türkiye şanslı, hızla gelişiyor.
18. yüzyıl döneminde Batılı devletlerde olduğu gibi büyüme aşama aşama uzun aralıklara ihtiyaç duymuyor.
Hızlı büyüme; ekonomide, siyasette, kültürde ve yaşam tarzlarında Batıyla aynı olmayan ama benzer tecrübeler yaşatacak.
Neler olacağını kestirmek için sihirli bir küreye gerek yok.
Ülke “Türkiyelilik” duygusu öncesi iç çelişkilerini açığa çıkarıyor bazen sert bazen düşük yoğunluklu çatışmalarla geleceğe hazırlanıyor.
Türkiye siyasetinde, son günlerde yaşanan hiçbir gelişme boş değil.
“Devlet” bir oyun çeviriyor.
Ülkenin söz konusu gelecek konseptine, şimdiden, siyasetçi profili kapsamında artı değerler üretiyor.
Ahmet Davutoğlu’nun istifasını devletin bir öngörüsü olarak ele almalı.
İleride devletin Sol yönünün lideri ılımlı bir muhafazakâr olacak.
Devletin Sağ yönünün lideri de bahadır bir muhafazakâr olacak.
Devlet her politik figüre yerini göstererek geniş kapsamlı bir siyasi terbiye metodolojisi uyguluyor.
Bunlar için öncelikle büyük dönüşümün “Devrim Bilinci”yle döngüsel ele alınması gerekiyor:
Devlet merkezde hizalanacak.
Devlet, Başkanlık Sistemi ile tekamül edecek.
Devlet, o zaman küresel sömürge vesayetinden ve mukim oligarşik hempalarından tamamen temizlenecek.
Devrim ancak bu şekilde tamamlanacak.
Görülüyor ki “Gelecek”; bu ülkeyi başka bir ufka çağırıyor.
Tarihin rüzgârını arkasına alarak, devlet bu davete icabet ediyor.
Kader; tarihten geleceğe dümen kıran devletin sırtında şekilleniyor.
Bu realiteye gerekli ehemmiyeti vermeme her seferinde ülkeye pahalıya mâl oluyor.