Atlantik ve Pasifik savaşında skor 1-1…

Saldırı haberi önce ABD’den geldi. Geçtiğimiz hafta bugünlerde Afgan asıllı ABD vatandaşı bir Müslüman Atlantik okyanusu kıyılarında yer alan Florida’da bir eşcinsel gece kulübüne saldırdı ve 50 kişiyi öldürmeyi başardı. Başardı diyoruz çünkü bomba kullanmadan bu sayıya nasıl ulaştığı gerçekten hayret verici bir durum. Alternatif Amerikan medyası olay gününden beri saldırganın tek kişi olmadığını, kapıların dışarıdan kilitlendiğini, polisin baskını sırasında yüzlerce kurşun sesi geldiğini söylemesi, olay yerine yakın insanların görüntüleri çekmesine rağmen sonuç değişmiyor. Koskoca 11 Eylül saldırısını naklen bize Pentagon’a uçak çarptı diye yutturabilen sistemin küçük bir kulüp baskınını istediği gibi paketleyip satamaması zaten düşünülemezdi. Dolayısı ile bir Müslümanın eşcinsellere saldırısı sonucu kamuoyunda ortaya çıkartılan tablo şöyle:
Pasifikçiler 1 – Atlantikçiler 0

Geçtiğimiz haftalarda Pakistan asıllı bir Müslümanı Londra belediye başkanı seçmiş olan İngiltere’deyiz bu kez. ABD saldırısından 5 gün sonra bu kez Atlantik okyanusunun diğer kıyısı. Haberlere göre Neo-nazilerle bağlantılı İngiliz (ki bu haber birçok yerde yalanlanıyor) bir ırkçı AB yanlısı bir milletvekilini sokak ortasında vurarak ve bıçaklayarak öldürüyor. Kadın milletvekili başörtülü Müslüman danışmanın kollarında son nefesini veriyor. AB’de kalma ya da ayrılma kararı için referanduma gidecek İngiltere’de bütün kampanyalar durduruluyor. Tam da ayrılma yanlılarının momentum kazandığı bir dönemde. AB’den çıkmak isteyenler ile Neo-Naziler aynı cephedeler resmi oluşuyor ve skor eşitleniyor. İngiltere başbakanı Cameron yakınlarda Almanya’ya ne mesaj vermişti: “Türkiye için İngiltere’yi feda etme”.
Atlantikçiler 1 – Pasifikçiler 1

Şimdi bu Atlantikçiler – Pasifikçiler meselesini pekiştirmek için rahmetli Mahir Kaynak’tan bir alıntı yapalım:
“Kimse “Kennedy niçin öldürüldü?” diye sormaz. “Kim öldürdü?” diye sorar. Kennedy niçin öldürüldü? Kennedy bugün söylediğimiz olayların, fikirlerin oluşturulduğu ilk günler iktidardaydı. Diyordu ki, “Dengenin bir tarafında neden Sovyetler Birliği olsun, onu tasfiye edelim, Avrupa’yı güçlü hale getirelim. Böylece denge Avrupa ile ABD arasında kurulsun!” Hatta Avrupa’ya geldi, Berlin’e gitti, “Ich bin ein Berliner!” yani “Ben bir Berlinli’yim” dedi. O zaman Sovyet devlet adamı Kruşçev ABD’deki muhataplarına, “Bu değişim ancak savaşla olur. Biz böyle bir değişime, tasfiyeye karşı çıkarız. Savaşı göze alıyorsanız, böyle devam edin” dedi. Niye o günlerde nükleer savaştan dönüldü?. (Küba füze krizi kastediliyor) Çünkü ABD’liler, hem Rusya’nın talebi olduğu için hem de Demokratların bu politikasını beğenmedikleri için “Biz başkanımızı feda ederiz” dediler ve ettiler.” (ABD başkanı Kennedy’nin öldürülmesi kastediliyor)

Bugüne gelelim ve bir iki karine daha ekleyelim;
Putin, Kasım 2016’daki seçimlerin ‘mutlak favorisi’ olarak tanımladığı Trump için’Donald Trump, hiç kuşkusuz çok parlak ve becerikli biri. Onun kabiliyetini değerlendirmek bizim işimiz değil buna ABD seçmenleri karar verir. Ama Trump başkanlık yarışının mutlak lideri. Rusya ile ilişkileri yeni bir seviyeye taşımak ve derinleştirmek istediğini söyledi. Bunu memnuniyetle karşılıyoruz.’(17 Aralık 2015 )
Putin’in bu övgülerine Trump’tan yanıt gecikmez.
Trump,’Hem ülkesinde hem de yurtdışında saygı gören birinden iltifat almak, her zaman için büyük onurdur. Ben her zaman Rusya ile ABD’nin terörizmle mücadele etmek ve dünyayı yeniden şekillendirmek için işbirliği yapması gerektiğini hissetmişimdir. Ticari işbirliğinden ve karşılıklı saygının getireceği diğer yararlardan bahsetmeme gerek dahi yok.’Donald Trump  açık bir mektup yayınlayarak,”Güvenlik gerekçesiyle Müslümanların ABD’ye girişi yasaklansın”çağrısı yapmıştı. (18 Haziran 2015)
Tüm bunları bir kenara not edip son günlerde ne olduğuna bakalım. Türkiye ile Rusya arasında karşılıklı sıcak mesajların verildiği ve jestlerin yapıldığı bir sırada Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndaki 51 diplomat Beyaz Saray’ın Suriye politikasını protesto eden ve Beşar Esed yönetimini hedef alan saldırılara girişme çağrısında bulunan bir bildiri yayımladı:
BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Bakanlığın iç yazışması olduğu belirtilen bildiride, mevcut tutumun Suriye muhalefetine zarar verdiği ve Esed’in iktidarda kalmasına yardım ettiği kaydedildi. Bildiri Suriye konusunda danışmanlık yapan orta ve üst düzey 51 yetkili tarafından imzalandı. ABD Dışişleri Bakanlığı yazışmalarında yürütülen politikalara muhalefet şaşırtıcı bir durum değil. Ancak Beyaz Saray’ın tutumuna bu kadar çok sayıda diplomatın karşı çıkması nadiren görülen bir durum. (…) Bildiride Esed rejimine karşı inanılır bir askeri harekat tehdidi çağrısında bulunuluyor. Aksi takdirde, Şam yönetiminin üzerinde muhaliflerle müzakere için baskı hissetmeyeceği vurgulanıyor. (…)Moskova yönetimi, ateşkesin kapsamında olmayan muhaliflere karşı saldırılara destek verdiğini savunuyor. Ancak muhalif gruplara silahları susturmaları için baskı yapan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye rejiminin tutumundan giderek daha fazla rahatsız oluyor. Kerry geçtiğimiz günlerde ‘ABD oturup, bir tarafın tüm süreci baltalama pahasına avantaj sağladığı sözde bir ateşkese alet olmayacak’ demişti.
ABD’nin birden bire Suriye’de olan insani dramı hatırlama zamanlaması çok ilginç, bunu da not edelim…
Aslında her iki cephede küreselcilik ve Müslümanlardan nefret konularında hemfikirler.  Tek konu dengenin kimler arasında kurulacağı. Soğuk savaş döneminde Rus-ABD dengesi dünyayı paylaşırken eski günlerin hatırına ve problem çıkarma kapasitesine binaen İngiltere’ye ABD ile özel ilişki bahşedilmiş ve İngiltere AB içinde tutulmuştu.  Şimdi yeni düzen kurulurken İngiltere istediğini alamamanın sıkıntısı ile dört bir yana savruluyor. Türkiye’nin AB üyeliğinin ateşli savunucusu İngiltere şimdi Türkiye AB’ye girmemeli şarkısı söylerken, yakınlarda AB’den çıkmak için referandum düzenleyen Cameron şimdi AB’de kalalım diye propaganda çalışması yapıyor.
ABD – AB (Atlantik)  ve ABD-Rusya (Pasifik) ittifakları için savaş sürüyor.
Bu savaşın tam ortasında, Atlantik’in tam doğusunda ve AB’nin en batısında kalan İngiltere’de AB ile devam etme/yolları ayırma  referandumu  yapılırken, AB’nin en doğusunda ve Ortadoğu’nun tam tepesinde yer alan Türkiye’de ise AB üyeliği için yola devam/ipleri koparma pazarlıkları var.
Kısaca AB’yi doğudan ve batıdan paranteze alan iki ülkede AB ile tamam ya da yola devam aşamasında. Tesadüf mü?

İşte tam bu dönemde yaşanan Davutoğlu/Erdoğan çatışması da muhtemelen bu küresel savaşın bir boyutu olmalı. Davutoğlu’nun gidişi ile başlayan dostlarımızı artıracağız söylemi ile son günlerde başlayan Rusya ile ilişkilerin ısıtılması söylemleri işte bu savaşın bir izdüşümü gibi. Bütün bunların ışığında Avrupa’ya akıtılan mültecilerin, ekonomik krizlerin, patlayan bombaların, güneydoğumuzu karıştıranların maksadı herhalde daha bir anlam kazanmıştır.
Şimdi bir soru daha soralım: Ya Atlantik ve Pasifik ittifakları savaşlarında her iki ittifakın değişmez nesnesi ABD dışarı atılır ve yeni bir AB-Rusya ittifakı kurulursa ne olur?
Ayrıca Pasifikte çatışmaları her geçen gün daha da belirginleşen Çin ve Japonya’yı, çıldırmışçasına donanmasına para akıtan Avustralya’yı bu denkleme katınca önümüzdeki günlerin ilginç olaylara gebe olacağını söyleyebiliriz.

ABD seçimleri Kasım ayında ama Eylül ya da muhtemelen Ekim’de dünyayı kasıp kavurması beklenen bir olay var, aslında teori demek daha doğru olur. Dolayısıyla ABD başkanlık seçiminin yapılacağı Kasım ayına kimsenin tahmin edemediği bir dünyada girme ihtimalimizde mevcut.
Kısmetse başka bir yazının konusu olsun…