Lastik taban sessizliğinden postal sesine giden psikolojik yol

70’li yıllarda, henüz devlete bağlı bir vaiz iken, İzmir’de kaldığı cemaat evinin bulunduğu apartmana lastik tabanlı ayakkabılarla girip çıkmaya dikkat ediyordu ve aynı eve girip çıkanlara da böyle yapmaları konusunda talimat veriyordu. Bundan maksadı ayakkabı sesiyle dahi olsa apartmanda kalanların dikkatini çekmemek, eve giriş çıkışların başkalarında şüphe uyandırmasını engellemekti. Bunu bizzat kendisi yıllar sonra tedbirin en basit örneği olarak anlatacaktı, adına sohbet denen, ama kendisinden başka konuşanın olmadığı toplantılarında.Lastik tabanlı ayakkabılar giyerek dikkat çekmekten korunmak ilk bakışta sadece bir tedbir gibi görünebilir gözümüze, ama bu örneğin ifade ettiği daha büyük ve daha derin anlamlar vardı. Yalnızca apartman dairesinde değil, hiçbir yerde rahatsızlık verecek sesler çıkarmamak, bir tehlike veya tehdit olarak dikkat çekmemek ve belirlenmiş bir yolda ilerlerken fark edilmemek gibi… Bu gizlenme, fark edilmeme, dikkat çekmeme çabaları aslında birer tedbirden öte birer taktikti.
Bu lastik tabanlı ayakkabı taktiği zaman içinde pek çok farklı biçimlere girdi ve bu sayede örgüt Türkiye’de cereyan eden onca hadiseden hiç etkilenmeden hep yoluna devam edebildi. Yumuşak taban taktikleri o kadar çeşitliydi ki hepsini saymaya bu sayfa yetmez.
Vaiz eskiden vaaz ediyordu, fakat bu terim etrafa rahatsızlık verebileceği için vaazların adı “sohbet” oldu. Tek bir kişinin konuştuğu, diğer herkesin dinlediği sohbetler…
Tedbir değil taktik
Kendilerinde en az olan özellikleri kendilerine slogan edinmeleri bir yumuşak taban taktiğiydi, pek çok kişi fark etmese de… Mesela “hoşgörü” çok önemli bir mottosuydu bu örgütün. Devlet kadrolarına, üniversitelere, yargıya, emniyete ve askeriyeye gizli gizli yerleşirken, kendilerinden olmayanlara adeta hayat hakkı tanımayan bu örgütün bu kadar sık hoşgörüden bahsetmesi de bir yumuşak taban taktiğiydi şüphesiz. Ve son olarak insanların üzerine mermi ve bomba yağdıranlar bir zamanların “hoşgörü” tellallarıydı.
“Diyalog” bir başka mottoydu. Aynı dine mensup olduğu diğer dini kanaat önderleriyle bir araya gelmekten bile kaçınan, ama Papa ile görüşen birinin sürekli diyalogdan bahsetmesi de bir yumuşak taban taktiğiydi.
Kurdukları çeşitli dernek ve vakıflar eliyle, aslında hiç de hazzetmedikleri, arkalarından gizli meclislerde hakaretler sıraladıkları insanlara çeşitli adlar altında ödüller, plaketler sunmaları yumuşak taban taktiğiydi.
“Hizmet” kelimesine ne demeli? Memleketin her köşesine yayılmış olan okulları ya da dershaneleri bedava mıydı? Bu okullarda ve dershanelerde endoktrinasyon yapılırken ortaya çıkabilecek tepkiler dünyanın pek çok ülkesinde açılan okullardaki çocuklara Türkçe öğretilerek ve bu çocuklarla Türkçe olimpiyatları düzenlenerek frenleniyordu.
Kırk yılı aşkın bir zaman içinde gittikçe güçlenen ve genişleyen bu örgütün en büyük başarısı bu yumuşak taban taktiğiyle her zaman için kendisini gizleyebilmesi, bir tehdit olarak görülmekten kendini koruyabilmesiydi. Peki, örgütü oluşturan insanların sürekli kendilerini gizlemeleri onların psikolojisinde neler yapıyordu? Bu örgütün içinde yer alan bireylerin psikolojisini çok iyi anlamamız gerekiyor. Bu psikolojiyi anlamadan 15 Temmuz günü yaşanan vahşeti doğru anlayamayacağımız gibi bundan sonra atılacak en doğru adımları belirlememiz de mümkün olmayacaktır.
Tarihteki örneklerinde olduğu gibi bu örgütün de en önemli özelliği çok katmanlı bir yapıya sahip olmasıdır. Bu çok katmanlılık Sayın Cumhurbaşkanımızın “tabanı ibadet, ortası ticaret, tepesi ihanet” şeklinde sık sık dile getirdiği bir gerçektir. Bu tespit aslında oldukça sistematik olan bir yapılanmanın özet bir şekilde ifadesidir.
Bu tür örgütlerin teşekkülü her zaman için tepedeki bir lidere mutlak itaat ile bağlı çekirdek bir kadro ile başlar. Bu çekirdek kadronun etrafında halka halka katmanlar oluşur. En iç katmanlar örgütün asıl amaçlarına, uzun vadeli hedeflerine daha fazla vakıf olan bireylerden oluşur. Dışarıdaki katmanlardaki bireyler örgütün asıl amaçlarından ve niyetlerinden ziyade görünürdeki amaçlarından haberdardırlar.Bu dış halkalar bir görüntüye tutulmuş, sözlerle cezp edilmiş kalabalıklardır sadece. Daha içerideki halkalara geçtikçe halkaları oluşturan fertlerin sayısı azalır, ama bu halkalarda yer alanlar pek çok sırra vakıftır ve büyük gizlilik bu halkalarda söz konusudur. Bu halkalarda mensubiyet ve aidiyet duyguları, mutlak itaat eğilimi ve lideri kutsallaştırma çok daha belirgindir. Halkalar daraldıkça halkadakilerin sırları artar. Kendilerini gizleme ihtiyacı daha belirgin hale gelir. Bir taraftan güçlü grup aidiyeti taşıyan ve bu aidiyet etrafında psikolojik kimliklerini şekillendirmiş olan bu fertler bu kimliği sosyal alanda gizlemek mecburiyeti içindedirler. İşte bu mecburiyet bu fertlerin psikolojilerinde en büyük arızaların temellerini oluşturur.
Gizlenirken körleştiler
Kimlik, “ben neyim, kimim, ne için varım” gibi sorulara verdiğimiz cevapların bütünüdür ve psikolojik olgunlaşmamızla birlikte kimliğimiz de olgunlaşır. Olgunlaşan kimliğimiz dünyadaki var oluşumuzu anlamlı kılan psikolojik bir direktir, fakat bu direğin denenmesi gerekir. Bu deneme kimliğin sosyal sunumuyla mümkün olur. Kimliğimizi belli ölçülerde, içinde yer aldığımız gruplarda ortaya koyarız ve bu kimliğimizle kabul görürüz veya görmeyiz. Kimlik unsurlarımızı sunabildiğimiz ölçüde kimlik duygumuz pekişir.
Bahsettiğimiz örgütün bazı halkalarındaki fertler, çok erken yaşlardan itibaren belli hedeflere yönlendirilmişlerdi ve bu fertler psikolojik kimliklerini daima gizlemek zorunda kalmışlardı. Ta ki kendilerine düşen görevin zamanı gelene kadar…Yıllarca sunulamayan kimlik bir anda ifşa edilirken yılların intikamını alırcasına bir tavırla ortaya konulacaktı. Yıllarca yumuşak tabanlı ayakkabılarla gezenler bir anda çelik topukların gürültüsüyle kendilerini göstereceklerdi.
Lastik tabanlı ayakkabı sessizliğinden postal sesine giden psikolojik yol işte budur.
Sözünü ettiğimiz örgüt kendini gizlemekteki başarılı olmuştur olmasına, ama yıllarca kimliğini, niyetini, amacını gizlemek psikolojik bir körlüğü de beraberinde getirmiştir. 15 Temmuz günü cereyan eden hadiseler bu örgütün gizlenme konusundaki başarısını bize gösterdi ve belki de böyle bir gizlenme becerisi karşısında hayret ve korku duymamıza sebep oldu. Fakat dikkat edilmesi gereken daha önemli bir nokta vardı: Yıllarca gizlenmiş olmak gizlenenlerde psikolojik bir körlük yaratmıştı.Ait oldukları grubun normlarına ve dogmalarına sıkı sıkıya bağlı olan ama bu gruba aidiyet etrafında şekillendirdikleri kimliklerini daima gizli tutan bu kişiler, içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmışlardı. Bu körlük ve yabancılaşma sebebiyle içinde yaşadıkları toplumun temel ortak değerlerini ve bu ortak değerleri koruma konusundaki gücünü hesaba katmamışlardı. Bu millet farklı siyasi partileri destekleyen unsurlardan oluşsa da siyasetten, cumhuriyetten, demokrasiden yanaydı ve bu değerleri korumak için korkusuzca meydanlara çıkabilecek kadar cesurdu.
Dr. Murat Beyazyüz / Namık Kemal Üni. Ruh Sağlığı ve Has. Uzm.