Bu Cumhuriyet ve Sözcü için de geçerli. Cumhuriyet, Hürriyet’e nispeten ne yaptığını çaktırıyor, Sözcü ise zaman zaman gazetecilik başarılarına imza atsa da, kör göze parmak sokan bir sarhoş modunda olduğundan beyniniz hemen size “delidir ne yapsa yeridir” dedirtiyor. Bu iki gazetenin gözünüzün içine sokarak yaptığını, Hürriyet ise tamamen şeytanî bir zekâ profesyonelliğinde yapıyor.
Hürriyet’in önceki günkü “Karavanla üç hafta Türkiye” başlıklı haberinin spotu şöyleydi: Mercedes-Benz Türkiye’nin ilk kadın CEO’su Britta Seeger, Türkiye’nin gönüllü turizm elçisi oldu.” Hürriyet ve Almanya yan yana geldiğinde şöyle bir durmadan geçmek olmaz.
Mercedes karavanlarının reklâmı yapılan haberde CEO Seeger, “Tedirgin değiliz ve korkmuyoruz. Türkiye çok güvenli bir yer ve tüm Alman dostlarımıza bunu söylüyoruz’ diyormuş. Alman karavanlarını satmak istediğinizde Türkiye güvenli oluyor, ama Erdoğan’a vurmak istediğinizde ise her yerde kan akan bir ülkeye dönüşüyor. Nasıl ‘bizim mahalle’dekiler önemli ölçüde “Erdoğan konuşsa da bir manşet patlatsak” diye beklerken adamlar iyi iş çıkarmıyorlar mı?
Hürriyet’in her günkü birinci sayfası, PKK bombalarından daha tehlikeli bir ustalıkla hazırlanıyor. Hiçbir resim, hiçbir başlık, hiçbir spot tesadüfen yazılmıyor, tesadüfen yan yana gelmiyor. Haber büyük bir şeytanî zekâ ile muhtemel yabancı yahut bize yabancılaşmış ellerde ilmik ilmik dokunuyor.
Dünkü gazeteye bakalım ve başlıkları sıra ile okuyalım: “Yargı en üst makama bağlı, cinayet makinesi, GEZİlere katılmam doğal karşılanmalı, (çünkü) o şimdi Yeniçeri!”
Veya şöyle okuyun: “Yargı en üst makama bağlı, cinayet makinesi, yıkıma dönüşmüş GEZİlere katılmam doğal karşılanmalı, (çünkü) o şimdi Yeniçeri!”
Devamla “Kurultay tarihi kaosu yaşanıyor, kanlı olur!” Bir de şuradan okuyun “Doğum kontrolü neymiş, cinayet makinesi…”
Hürriyet’i elinize aldığınız zaman bir gazete gibi okuduğunuzda Türkiye’ye, iktidara ve Cumhurbaşkanına kinlenmememiz, Almanlara hayran olmamamız, İsrail ve diğer gavurlara sevdalanmamız neredeyse imkânsız. Hele 21 gün üst üste Hürriyet’i böyle okumuşsanız, kesin şuur temizliği yaptırmanız gerekir.
Hürriyet’i bir de algılarınızı “iğfal makinesi” gibi düşünüp, alıcılarınıza “Dikkat! Almanların şeytani bir zekâ ile taammüden tasarlanmış Hürriyet gazetesini okuyorsunuz” diye baktığınızda bambaşka bir fotoğraf ya da “gazete” ile karşılaşıyorsunuz.
Hürriyet özellikle birinci sayfa editör ve/veya sorumluları, eğitimlerini Gladyo’nun en şeytani dehalarının yanında mı yapmıştır bilmiyoruz. Ama eldeki ürün bize böyle bir eğitimin varlığına işaret ediyor sanki.
Şimdi sivil ve askeri bürokrasi, siyaset ve TÜSİAD türü mahallelerin Hürriyet’e bakışı ve üzerlerindeki etkisini anlayabiliyor musunuz?
Ben AK Parti Genel Başkanı olsam, mensuplarımızın böyle bir gazete okumasından rahatsız olurdum.
Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı olsam, MİT müsteşarı olsam da, büyükçe “Dikkat, okuduğunuz bir algı makinesi, şuurunuza sahip çıkın” kaşesi bastırmadan okutmazdım galiba. Diktatör ya da başkaca yaftalamalarda bulunurlardı ama “olsun, emrimdekilerin bilinci kirlenmesin de, varsın bana ne derlerse desinler” derdim.
Kendini onun muadili sayan gazetelere baktığınızda neyle mi karşılaşıyorsunuz, isterseniz ona da siz karar verin.
İşte bundan sonra sık sık yer vereceğimiz Hürriyet’in bilinçaltımızı iğfal galerisinden iki örnek:
‘KOBRA’ İLE ‘ATAK’ SAVAŞI
13 Mayıs Hürriyet: “Hakkâri’de Kobra helikopter düştü, 8 asker şehit” başlıklı bir haber yayınlanıyor.
Düşen helikopter kimin üretimi? ABD’nin. İşte haberde burası yok. Hadi bunu geçelim. Yok yok geçmeyelim. Hürriyet bu haberi 1. sayfasından “Helikopter inceleniyor” başlığı ile verirken hangi resmi kullanıyor biliyor musunuz? Türkiye’nin kendi üretimi olan Atak helikopterini!
Bunun adı gazetecilik mi, ihanet mi, kararı siz verin! Yapılan şey, yerli ve milli silah sanayiine yönelen, Türkiye’nin yerli savunma sanayiine karşı açık bir savaş değil de nedir Allah’ın aşkına? Devleti yönetenler de bunu görmüyor mu dersiniz? Görüyor diyorsanız neden sessizler, mesele hakkında herhangi bir açıklama yapmıyorlar. Ya da neden Aydın Doğan’ı çağırıp haddini bildirmiyorlar?