NEFESSİZ BIRAKAN AMERİKAN İÇ SAVAŞI

Ömer Kayani

Hatırlarsınız, “Covid 19” hastalarının “nefes alamıyorum” diyerek öldüğü söylemi ilk günlerde hepimizin hafızalarına kazınmıştı.

Ardından büyük bir salgın geldi.

Bu salgının yüzde kaçının gerçek yüzde kaçının kurgu olduğu konusuna girmeyeceğiz. Sonuçta tüm dünyayı kapatmayı başarabilen bir operasyondu.

Salgın başladığı ülke kabul edilen Çin’de etkisini kaybederken bu kez dünyada en büyük zararı vereceği ülkeye varmıştı.

Dünyanın çöküşü başlamış olan son ve tek süper gücü Amerika’nın şimdilik Birleşik Devletlerine.  

Devasa hastane gemisi özgürlük anıtının önünden geçerek New York limanına gelirken herkesin kafasında oluşan imaj/hatıra çok netti.

11 Eylül 2001 ve saldırı altındaki New York.

Bu şehir başta olmak üzere Amerika’da rapor edilen ölü sayısının 100 bini geçtiğini biliyoruz.

Amerika Başkanı Trump’ın en büyük hedeflerinden birisi olan Amazon’un sahibi Jeff Bezos’a ait New York Times gazetesi, konu gözden kaçmasın ve daha iyi anlaşılabilsin diye 24 Mayıs’da çok etkileyici bir ön sayfa ile okuyularının karşısına çıktı.

Korona salgınında ölen bin kişinin isimlerini birinci sayfadan giren gazete,  ölü sayısının 100 bine yaklaştığını “hesaplanamaz kayıp” manşetiyle vererek “Onlar sadece listede bir isim değil, bizlerdik” demişti.

Sizi bilemeyiz ama bu manşeti görünce Amerikalı olmamamıza rağmen aklımıza gelen ilk şey Washington’da bulunan “Vietnam Savaşı Anıtı” olmuştu.

“Amerikan iç savaşı” ve “II. Dünya savaşından” sonra bu ülkenin hafızasına kazınmış en büyük acı olarak kabul edilen Vietnam savaşında ölen 58 binden fazla askerin isimlerinin tek tek yazılı olduğu bir anıttır bu.

Korona  salgınında öldüğü söylenenlerin sayısının Vietnam savaşında ölenlerin iki katı olduğu dikkatinizi çekmiştir.

Anlayacağınız, Korona salgınını küçümseyerek bu kadar büyük can kaybına neden olduğu suçlamalarına maruz kalan Trump’a Küreselcilerin gazetesi NYT’dan “Vietnam savaşı büyüklüğünde” güzel bir gol atılmış oldu bir manada.

Bildiğiniz üzere geçen sene Eylül ayında BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada “Küreselleşme bitti, gelecek küreselcilerin değil vatanseverlerindir” demişti Amerikan Başkanı Trump.

Yine Trump bir süredir ülkesinde yaşanan pandemi için tehlikenin boyutlarını gizleyen Çin’i ve ona arka çıkan Dünya Sağlık Örgütünü (DSÖ) suçluyor ve gerekirse Amerika’nın bu örgütten ayrılacağını söylüyordu.

Yani küresel pandemi şovunun yöneticisi DSÖ ve bu örgüt üzerinden tuhaf işler çevirenlere mesajını veriyor, beklediği sonucu alamayınca da 29 Mayıs günü  DSÖ ile Amerika’nın ilişkisini sonlandırdığını açıklıyordu.

İşte hemen aynı gün başladı Amerikan sokaklarında isyan ateşi.

Çünkü bir siyahi, George Floyd, Amerikan polisi tarafından kameralar karşısında adeta kurbanlık bir koyun gibi yatırılarak bağazlanmıştı.

Ve herkes bu siyahi Amerikalının son sözlerinin;

“Nefes alamıyorum” olduğunu açıkça duymuştu.

Tıpkı Korona hastalarının son sözleri olduğu söylenen sözlerin aynısı, değil mi?

Sizce burada verilen bir mesaj var mıdır?

Dünyanın sağlığını elinde tutan ve başında Marksist bir teröristin bulunduğu  DSÖ ile yolların ayrıldığı gün Amerika’da iç savaş görüntüleri veren olayların çıkması  sadece rastlantı mı?

Burada George Floyd’un geçmişi, öldüren ile 17 yıl aynı yerde koruma olarak çalışmaları gibi, Amerikan polisinin göstericilerin gelmesi beklenen yolllara kaldırım taşları bırakması gibi olaydaki tuhaflıklara girmeyeceğiz. Siz onları nasıl olsa her yerden okursunuz, seyredersiniz.

Onun yerine olayı küresel bir bağlama oturtalım.

Malumunuz ABD – Çin savaşı son aylarda  iyice kızışmış, Huawei, endüstriyel casusluk suçlamaları, ticaret savaşları, Çin’in dünyaya dağıttığı ahlaksız kredi, Tayvan meselesi gibi konularda tartışmaları hep birlikte izlemiştik.

Ardından gelen Amerika – Çin ticaret anlaşması ile işler durulacak gibi gözükse bile Korona sürecinde Amerikan borsalarının ve ekonomisinin çökmesi ile savaş yeniden başlamış oldu.

Amerikan Başkanı Trump bu yıla başlarken elinde Kasım seçimlerinde kullanacağı çok büyük bir koz tutuyordu.

Amerikan borsalarının tarihi yükselişi ve işsizlik rakamlarındaki büyük düşüş.

Ama 3 ay geçmeden Trump’ın elinde tuttuğunu sandığı kartların tamamı elinden uçup gitti ve tarihin en büyük ekonomik çöküşü ve işsizlik rakamları ile başbaşa kalıverdi.

18 Mayıs tarihli Time dergisinin yaptığı kapak ve attığı manşet her şeyi açıklıyordu.

“Büyük buhrandan beri tüm zamanların en büyük işsizliği, büyük hesaplaşma.”

Anlayacağınız Trump’ın elinde artık iyiden iyiye polarize olmuş bir toplumdan başka bir hikaye kalmamıştı.

Bu bağlamda Trump saldırısının dozunu küresel ve yerel ölçekte artırma yoluna gitmiştir.

Çin’e Hong Kong’un yeni statüsü ve Uygur Türklerine yaptığı zulümler üzerinden saldırıp yeni ambargo planlarını açıklarken Rusya ile açık semalar anlaşmasını iptal etmekte ve 28 yıl sonra ilk defa nükleer test planını masaya yatırmaktadır.

İsrail’in 1 Temmuz itibari ile Batı Şeria’daki yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerini ilhak kararını destekleyeceklerini açıklarken, Amerikan ordusuna gemilerine 100 metreden fazla yaklaşan İran botlarını vurma talimatı vermektedir.  

Yurtdışı ile paralel bir savaşı ülke içinde de veren Trump Korona günlerinde ekonomiyi bir an önce açmak için elinden geleni yapmış, sağ seçmenini el altından silahlı olarak sokağa dökmüş, özellikle demokrat eyalet valileri ile kavgaya tutuşmuş ve Mart ayında Amerikan tarihinde ilk defa Pentago’a “hükümetin sürekliliğini” sağlaması için teyakkuz emri verilmişti.

Özellikle Orta Amerika’da Korona münasebetiyle ekonomik olarak etkilenen seçmenini konsolide edebilmek için bir yandan kendisine karşı bir darbe yapılabileceği söylentileri pompalanırken, diğer yandan da Trump’ın orduyu bir vesile ile şehirlere indirerek ülkeyi yıllardır sömüren sülüklerin, küreselci solun temizleneceği haberleri sosyal medya üzerinden aptal sağ seçmene pompalanmaktadır.

Aptal dememizin sebebi Trump’ın kendisidir. Gençliğinde kendisine Başkan adayı olmayı düşünüp düşünmediği sorulduğunda:

“Düşünmüyorum ama bir gün olursam Cumhuriyetçilerden olurum çünkü onlar daha aptal” meyanında sözler sarf etmişti.

“Gençliğin dürüstlüğü ve açık sözlülüğü” diyelim.

Liberallik adı altından her türlü sapıklığı yaparak hiçbir şey üretmeden manipülasyonla paradan para kazanıp medyaları aracılığıyla halkın üzerine lağım püskürten Kaliforniya’nın sözde liberallerine karşı Amerikan sağında oluşan nefret dalgasını kullanan Trump’ın, üreten Amerika’nın ve Pentagon’un büyük bir kısmının da desteğini alarak Başkan seçilmesini ve ardından sosyal medyayı kullanarak seçmene doğrudan ulaşma taktiklerini geçen sene “Tuhaf işler oluyor Amerika’da” başlıklı yazımızda detaylı olarak anlatmıştık.

İşte Trump ve organize sağcı trolleri, kullandıkları sosyal medyanın sahibi olan “solcu”  (nasıl oluyor diye sormayın) Küreselcilerin kıskacı altında ve sansüre uğruyorlar.

Seçimleri Facebook Analytica desteği ile kazanmış olan Trump bu yüzden çok kızgın ve özellikle Twitter’a savaş açmış durumda, gerekirse işi kapatmaya kadar götüreceği tehditleri savuruyor.

Trump’ı destekleyen alternatif medya şu an var gücüyle tüm Amerika’ya yayılan olayları Trump hükümetine karşı bir darbe gibi gösterme çabasındayken Türk medyasında olayın adı çoktan konuldu bile.

 “ABD’nin Gezi’si.”

Bu meyanda Trump kendi çapulcularını bulmuş durumda ve bir yandan ANTİFA’yı terör örgütü olarak ilan edeceğini söylerken diğer yandan da söylemleriyle adeta yangına körükle gidiyor, göstericileri daha da çıldırtıyor.  

Beyaz Saray’ın göstericiler tarafından abluka altına alındığı, Başkan’ın sığınağa indirildiği, Amerikan ordusunun Irak deneyimli 82. Hava İndirme Tümeninden askerlerin Washington DC yakınlarında konuşlandığı, Trump’ın yakılan bir kiliseyi ziyaret edip elinde İncil ile poz verdiği haber ve görüntüleri birbiri ardıan gelirken aklınıza gerçekten de 2013 yılında yaşadığımız Gezi olaylarının gelmemesi mümkün mü?

Ne dersiniz, Amerikan oyun teorisyenleri “Gezi”yi çok mu yakından incelemişler acaba?

Amerikan imparatorluğunun çöküş alametleri olmakla birlikte son yaşanan hadiselerin büyük bir kısmının aslında Kasım ayında yapılacak olan Amerikan Başkanlık seçimleri ile alakalı olduğunu söyleseniz bile olayların sıcağında kimseye pek bir etkisi olacağını düşünmüyoruz.

Onun için Amerikan Ordusunun sokağa inmesi konusuna yapılabilecek en güzel yorum ile yazımızı bitirelim.

“Amerikan ordusu sonunda Amerika’ya girdi.”